Japonya günümüzün dünyasına parmak ile gösterilen ve gelişmesi en cana yakın gelen ülke durumunda. İngiltere, Almanya gibi büyük güçler bulundukları durumlara savaş veya başkalarının canlarını yakarak gelmişlerdir. Bundan dolayı Japonya’nın nasıl oldu da bu kadar kısa sürede hızlı bir şekilde büyüdüğünü incelemek istedim. Kitabın yazarı Japonya’ya 1890’da yani Şogunluk dönemi bittikten 20 yıl sonra yerleşmiştir. Bu dönem bu günkü gördüğümüz Japonya’dan dünyalar kadar uzak bir dönemdir. Kitap çok güzel bilgiler vermektedir. Genel olarak Japon propagandası yaptığını söyleyebiliriz. Bu bilgiler dahilinde bu günkü halkın neden bu kadar nazik olduğunu anlayabiliyorsunuz.

Japon halkı genel olarak dinsiz gibi adledilmektedir. Bu kitaptan da anlaşılacağı gibi aslında din çok farklı şeyler ifade eder. Japonlar için din atalarının ruhlarına karşı nazik olmaktır. Buna atalar kültürü de denebilir. Ataları sanki günlük hayatta yaşıyorlarmış gibi davranırlar. Onlar için odaları vardır. Onları arada ziyaret ederler. Genel olarak günlük işlerinde de onları üzmemeye dikkat ederler. Bu genel anlamda Şintoizm’in başlıca önem verdiği noktalardandır. Bunun nedeni insanların ataları öldüğünde nereye gittiğini tasavvur edemediklerinden dolayıdır. Bundan dolayı hala yaşıyorlarmış gibi davranılmıştır. Daha sonraları Çinliler tarafından Budizm getirilmiştir. Bu din her ne kadar atalar kültürüne sıcak bakmasa da Şintoizm ile iyi geçinebilmek için bunu kabullenmiştir. Budizm Japonya’ya çok yenilik getirmiştir. Okuma öğrenme çoğunlukla Budizm kültüründen dolayı olmuştur. Cennet, Cehennem Budizm döneminde anlamlandırılmıştır. Keza Budist tapınaklarındaki cennet cehennem tasvirleri o ana kadar kimsenin düşünemediği olaylardı. Bundan dolayı Japonya’ya bu dinin artı etkisi olmuştur. Şindoizm ayrıca Budizm’in tanrılarını da sahiplenmiştir. Budizm’de bu şekilde ortak tanrılara inanır olmuşlardır. Japonların tanrıları genelde aile büyükleridir. Hatta bazı tanrıların Çin veya Kore ataları olduğundan bahsedilir. Japonya’ya gelen yabancıların inandığı tanrılara bir zaman sonra yerel halk da inanmaya başlamıştır. Dinlerden konuşuyorsak eğer Hristiyanlıktan da bahsetmeliyiz. Elbette bu dinin de temsilcileri geldi Japonya’ya fakat bunlar hep iyilik getirmediler. Gruplanmayı artırıp ata kültürüne aykırı işler yapmaya, diğer insanları kötülemeye ve kutuplaşmaya neden oldular. Sonraları bu Japonya’nın başına çok dert açtı. Japonya halkını bile yurtdışına göndermeye çekinir oldu. Hristiyan olup geri döndüklerinde insanların dinlerini değiştirebilecekleri düşünüldü. Bundan dolayı mesela Güney Kore’de büyük bir Hristiyan topluluğu vardır.

Büyüklere hürmetin çok büyük olduğu din meselesinden anlaşılıyor aslında. Bunun haricinde bir de en büyüğe olan hürmeti yani Cennetin oğluna. İmparator Japonya’da çok sevilen ve hürmet edilen bir kişidir. Kendisine has hitap şekilleri geliştirilmiştir. Sadece onunla konuşurken kullanılacak kelimeleri vardır. Bu kitap her ne kadar İkinci Dünya Savaşından önce yazılmış olsa da çoğu Japon’un halkı ve İmparator için canını feda edeceği izlenimini ediniyorsunuz. Japonlar eskiden oldukça fakir bir halktı, ama hiç bir zaman kendilerini güçsüz, zayıf hissetmediler. Yüzlerinde hep bir gülümseme ve birbirlerine sayfı vardı. Tüm işlerde ahlaklı olmak normal ahlaksızlık hiç düşünülmeyen bir meseleydi. Keza şimdi de öyle diyebiliriz. Halkın birbirine güveni çok fazla, birbirlerini kandırmayacaklarına inançları çok yüksek. Örnek verecek olursak. Bir teğmenin maaşının %60’ı sadece kiraya gidiyormuş. Fakat herkes teğmen olmak için uğraşıyormuş. Gerçi şu anda Türkiye’de pek farklı değil.

Kültürel bakımdan eksik bulunabilecek nokta kadın haklarıdır. Kadınlar hep ikinci plandadır. Hata şöyle bir ata sözü vardır. “Kadının üç dünyada da evi olmaz” diye. Kadınlar genel anlamda ailelerine bağlıdır. Evlendikten sonra evlendikleri kişinin atalarına taparlar. Bu olgudan dolayı evlat edinme kültürü biraz daha gelişmiştir. Örneğin evin erkek oğlu yoksa en büyük kızın kocası evlat gibi davranılırdı. Bu da zor bir olay aslında.

Kitapta en ilgimi çeken olaylardan biri 1300’lü yıllarda İmparatorluğun neredeyse ikiye ayrılacak olması. İmparator Go-Daigo Aşikaga Şogun tarafından ihanete uğrar bu ihanet sonucunda Aşikaga yeni İmparatoru Go-Daigo’nun soyundan değil imparatorluk ailesinden başka birisinden olmasını ister. Bundan dolayı kuzey-güney arasında 50-60 sene boyunca kamplaşma olur. En sonunda Aşikaga’nın desteklediği taraf daha ağır basar ve Güney(Go-daigo) tarafı imparatorluktan emekli edilir.

Yine diğer bir olay imparator Hideyoşi’nin Koreyi almak istemesidir. Fakat başarılı olamaz ama orada öldürdüğü 30000 Korelinin kulaklarını Daibutsu mabedinin önüne gömer. Sonrasında zatne meşur Edo dönemi başlar. Bu dönem Japonya’yı tamamen değiştiren bir dönemdir. Bunun ile daha fazla bilgiyi de bu kitapta bulabilirsiniz.

Sürekli bilgi yağmuruna tutulduğunuz bu kitap Oğuz Adanır tarafından Fransızca aslından çevirilmiştir. Çeviriyi çok beğendim. Kitap sonrasında başka çevirileri ve kitaplarının olduğunu da öğrendim. En yakın zamanda onları da okumak istiyorum.