Daron Acemoğlu daha önceden de okumak istediğim bir yazardı. Uluslarının düşüşü kitabını henüz okuyamadım. Bu kitabı eşim hediye ettiğinden dolayı ilk sıraya koydum diyebilirim. Biraz hanım köylülük bizde de var. Kitap beklediğim kadar ağır değil fakat uzun. Bazı bölümlerinde vay be etkisi yaratsa da çoğunlukla günümüz toplumunda biraz okuyan birisinin görebileceği konular üzerinde duruyor.

Dar koridor bir ülkenin gelişmiş sayılabilmesi için içinden geçmesi gereken bir koridordur. Kitapta bu koridorun genişliği içerisinde nasıl kalınacağı nasıl girileceği anlatılmış. Teori olarak gayet güzel. Bir koridor ile ülkenin durumunu gösterebileceğimizden bahsediyor. Ülkelerin gücünün neye denk geldiğini, halkın bu gücü nasıl kontrol etmesi gerektiğini veya etmezse ne olacağını söylüyor.

Gılgamış destanı ve Kızıl kraliçe olguları üzerinde duruyor ve çoğu bölümde bunlara atıfta bulunuyor. Devlet gerekliliği hakkında Hobbes şunu belirtmiştir; Herkesten korkmak yerine sadece bir leviathan’dan( devlet metaforu ) korkmak yeğdir. Yani aslında en önemli özelliklerinden birisi savaşı durdurmasıdır.

Kitap genelinde birşey yapmayan halkların sürekli bataklığa sürüklendiği açık şekilde görülüyor. Devletin ipleri sürekli halkın elinde olmalı ve halk girişken soru soran bir halk olmalıdır. Doğal olarak şöyle diyebiliriz. Eğer bir halkı soru sormaktan alıkoyarsanız aslında devlet bataklığa gidiyor demektir. Her ne kadar İnsan hakları bildirgesinde buna atıfta bulunulmuş olursa olsun. İnanların konuşması engellenemez denirse densin. Çoğu ülkede hala bu bir tabudur. Bu arada tabunun tarihini de kitapta bulabilirsiniz. Türkiye genelinde devlet aşırı derecede dokunulmaz olmuştur. Bunun ayınısın Çin’de veya İkinci dünya savaşı öncesi Nazi Almanya’sında görmek mümkündür. Nazi Almanya’sı da aslında bir tepki olarak doğdumuştur. Düzensizliğe tepki daha güçlü bir devlet isteğiniz, daha adil bir devlet isteğini oluşturmuştur. Fakat sonrasında insanları sessizleştirdi, sesini çıkaranlar yaftalandı ve kimse sesini çıkaramaz oldu. Hatta Luterci bir Papaz şöyle demişti. Önce sosyalistler için geldiler, bizim için gelmediklerinden ses etmedik. Sonra sendikalar için, sonra Yahudiler için geldiler. En son bizim için geldiklerinde etrafta ses edecek kimse kalmamıştı. Ses kalmayan yerde devlet istediğini acımasızca yapabilir. Çünkü o bir Leviathan’dır.

Devlet dokunulmazlığının azaltılması için Latin Amerika ülkeleri çok çalıştı. Fakat bazı ülkelerde halk birlikte bir konu hakkında konuşabilir fikir beyan edebilirken bazılarında edemedi. Bölge genelinde bir gelişme olmadı, yöneticiler iyi ise insanlar isteklerini bildirebildiler. Bunu bir hak değil üstten gelen bir lütuf olarak gördüler. Bundan dolayı da sonraları yine çamura battılar. Fakat bunu başarabilen bir ülk var. Bu ülke İsveç. İsveç’te devlet halktan kendisine sorular sormasını istemektedir. Buradaki en büyük problem zenginlerin iş verenlerin devleti etkileyebilecek olmasıdır. ABD gibi diğer ülkelerde bu çok normal hatta düzen bunun üzerine kuruludur. İsveçte ise bunun da önüne geçmek için sendikaları desteklemişlerdir. Böylece devlet ikisi arasında sadece bir başvuru merkezi bir düzenleyicidir. Zenginler devletten birşey istediklerinde devlet tamam sendikaları buna ikna ederseniz benim için sorun olmaz diyebilmektedir. Böylece ülkede her ne kadar bir ikilem varmış gibi görünse de gerçek demokrasi yaşanıyor denilebilir. Fakir çok fakir değil zengin ise çok zengin değildir. Kapitalizm’e uyan diğer ülkelere baktığınızda ise çalışana ne kadar değer verildiği görülmektedir. Hobbes aç insan köledir demektedir. Aynen bu şekilde çoğu ülkenin en alt sınıfı köleden biraz iyidir. Fakat en nihayetinde serbest bırakılan Afrikalı siyahi bir kölenin dediği ve korkutuğu gibi “Beni kesin birisi köle yapacak bundan dolayı yeni birisine köle olmaktansa eski sahibime köle olmayı tercih ederim. Ben özgürlüğü istemiyorum” demektedir. Umarım bir gün özgürlüğü istemeyen bir halk olmayız.